Ana Sayfa
Forum
Site Hakkında
Sitemizde Moderatörlüğe Baş Vur
Ziyaretçi Defteri
İletişim
Künye
Reklam Yeri
Siteni Ekle !
İstek Yeri
Site Anketi !
Saklı Sayfalar
HaberLeR
Gazete
LiNkLeR
Bedava-Sitem ' in Amacı
HTML
CSS
Chat
Resim Çiz
TV Seyret
Oyunlar
Video
mp3
Kitap Özetleri
Resim Katagorisi
AsKerLeR
Karikatürler
Hayvanlar Alemi
Msn Şakası
Msn'de Adamı Çıldırt
Erkeklik Kurallari
Kız Nasil TavlanıR
Kalkan Tavası
Testi Kebabı
İki Tatlı Ballı Kurabiye
Karo Pasta
Giden Sevgilinin Ardından Bir Şiir
Sevgi Ve Aşk Mesajları
Annenin İhtiyacı Var
Alternatif Tıp
Kalp Hastalıklarına Rüzgar Uyarısı
Türeyiş Destanı
Sarıkamış Destanı
Çizgi Film
Yerli Film
Yabancı Film
Stand Up
Flash Saat Kodları
SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ: Harekât Öncesi Osmanlı-Rus Savaşı'nı sona erdiren 3 Mart 1878 tarihli Ayestefanos Antlaşması, Kars, Ardahan ve Batum'u savaş tazminatı olarak Rusya'ya verdi. Aynı anda, Sarıkamış'da Berlin Antlaşması ile Rusya'ya verilmişti. 1914 yılında Döneminin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, Sarıkamış'ı geri ele geçirmek amacıyla 19 Aralık tarihinde harekat planını kurmaylarına sundu. Kurmaylar manevranın başarısızlığa uğrayacağını Enver Paşa'ya birçok kez söylemiş olmalarına karşın Enver Paşa hareketin yapılmasına karar vermiştir. Doğuyu korumakla görevli Üçüncü Ordu dur. Kendi sayfasindan gücü hakında bilgi vardır. Cephede malzeme ve iaşe çok noksandı. Mesela mevcut 6 yıllık iaşesi için 88.000 ton buğday, çavdar ve arpa ihtiyacı olmasına karşın, Ordu ambarında 1250 ton hububat vardı. kışa girilmiş olduğu için erzağın gereği gibi taşınması, dağıtılması bi hayli güçtü.Bu güçlükte Rusların Karadeniz'deki donanma üstünlüğünün de payı vardı.Ruslar Zonguldak'ı bombalamak için 10 gemiyle denize açıldıklarında,doğuya erzak götürmekle görevli en büyük üç erzak gemisiBahriahmer,Bezmialem ve Mithatpaşa gemilerine rast gelmiş ve onları da batırmışlardır.Bunu yanında 4000 tonluk Derne gemisinin yine Ruslar tarafından batırılması da askerin erzaksız kalmasındaki bir diğer önemli etkendir. Sarıkamış Harekatı 1 Kasım 1914’de sınırı geçen Ruslar 4 Kasım 1914’te Köprüköy önlerine gelmiş bulunuyorlardı. Karaköse Murat suyu cephesinde de aynı surette ilerlediler. 5 Kasım’da Ruslar Türk sınırına taarruz için emir aldılar. Başkumandan vekili Enver Paşa 4 Kasım tarihli emrinde taarruz emrediyordu. Bu emir verildiği sırada Doğu Anadolu’da kışın en şiddetli sert günleri başlamıştı. Nitekim Rus ordusu da taarruz emri almışken harekete geçemiyordu. Hasan İzzettin Paşa Üçüncü Ordu’nın fikri, buralarda ve bu mevsimde taarruzdan kaçmaktı. Fikri, düşman ilerlese bile onun Erzurum Kalesine çarptıktan sonra karşı bir taarruzla ezilmesini sağlamaktı. Enver Paşa taarruz emri vermemiş olsaydı, herhalde iki orduda karşılıklı yerlerinde kalacaktı ve sonuçta “Sarıkamış Dramı” da yaşanmayacaktı. 1. Köprüköy Savaşı 3. Ordumuz ve XI. Kolordu, süvari birlikleri ve kürt aşiret askerleri 6-9 Kasım Köprüköy muharebesiyle Ruslar’ın taarruzunu kırmiş ama 18. Piyade Alayı ve 30. Piyade Alayınin gerilemesi yüzünden alan kaybetmişdir. 2. Koprukoy Savaşı 11-12 Kasım’da IX. Kolordu, Ahmet Fevzi Paşanin komutasinda, ve XI. Kolordu solunda olmak üzere süvari birliğinin öncüüğünde ilerlemeye başlamışdır. 3rd Infantry Regiment Köprüköy yü elegeçirmeyi başarmışdır. Azap muharebesini 14-18 Kasım’da Azap muharebesini de kazandı. Fakat pek hesaplı olan Ordu komutanı Hasan İzzettin Paşa, sınır gerisine çekilen Ruslar’ı takipten vazgeçince bunun üzerine başkumandan vekili Enver Paşa bu cepheye gelmiştir. Enver Paşa Erzurum’a gelmeden önce Albaylığa yükseltilen Genel Kurmay ikinci başkanı Hafız İsmail Hakkı 27 Kasım’da İstanbul’dan Erzurum’a gelmişti. Kendisini Enver Paşa’nın görevlendirdiğini bildirmektedir. Zaten hemen onun ardından Enver Paşa Erzurum’a gelmiştir. Sonuçları Savaşın galibi General Yudenic, Rus Kafkasya Ordu komutanı ilan edildi ve 1915 yılın yaz aylarında Anadolu'ya taaruza geçti. Rus ordu birlikleri Erzincan'a kadar ilerledi. Kafkas Cephesinde tam başarı elde edeceğimiz sırada zamanında destek gelmeyince, ordumuz geri çekilmek zorunda kalmıştı. Daha sonra 1918 de Sarıkamış ve Kars alınmış, ama Mondros Ateşkes antlaşması uyarınca eski sınırlara dönülmüş ve topraklar elden çıkmıştı. Bir dramın en acı izlerini taşıyan Sarıkamış topraklarında, bu defa düşmanın ayak izleri vardı. Rusya'daki Bolşevik İhtilali'nden sonra Ruslar geri çekilince, bölge Ermeni’lerin eline geçmiş ve yöre halkımız Zafer sarhoşlarının zulmüyle karşılaşmıştır. Ahırlara, samanlıklara doldurularak yakılan halk, 20 binden fazlaydı. 33 köy yok oldu. Söylenenlere göre bu işkenceler karşısında Rus askerleri ağlamıştır. Kayıplar Ne yazık ki Enver Paşa planına bir şeyi katmamıştı, o da doğa koşullarıydı. Sarıkamış’ın soğuğu çok(–40 derece) sert olurdu. Allahuekber Dağları'nda ki tipi ve boranda hesapta yoktu. Bu hesapsızlık 90 bin askeri tek kurşun atmadan şehit düşürdü. Kaydedilen gerçek tarih çok iyi biliyor ki, bu tarihin gerçek belgeleri ABD ve Alman devlet arşivlerinde vardır. Bu insanlar kendi toprağında sürgün düşmüştürler. Sarıkamış dramı şehitleri aslında 120 bin kişidir. Savaşın kayıpları birçok kaynakta 90 bin kişi olarak görünmesine rağmen bazı tarihçiler bu sayının oldukça abartılmış olduğu ve gerçek kayıpların 35 - 40 bin civarında olduğunu da savunuyorlar. Savaşın en hazin kısmı ise Osmanlı kayıplarının bir çoğunun Rus'lar ile yapılan çarpışmalarda değil de ağır soğuk hava koşulları yüzünden şehit olmuş olmalarıdır. Savaştan sonra İstanbul'a dönen Enver Paşa uzun bir süre Sarıkamış Savaşı hakkında hiçbir haber, bildiri, veya yayın yapılmasını engellemiş ve Osmanlı halkı savaşta olup bitenleri uzun yıllardan sonra öğrenebilmiştir.. Sarıkamış: Facia mı, Destan mı? Özhan Eren, son albümü, “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” ile beni kalbimden vurdu. Daha önce “Kara tren gecikir, belki hiç gelmez” diye hüzne buladığı yetmiyormuş gibi, şimdi sürpriz bir acıyla savurdu beni. Bu kez karşıma bir tarihçi olarak çıktı. Zihnimin çok derinlerinde yarım yamalak bir şekilde “Allahuekber Dağları’nda bir gecede 90 bin askerin, tek kurşun atamadan donduğu savaş” olarak yer alan bir faciayı, bütün detaylarıyla hatırlamaya çağırdı. Görsel olarak inanılmaz zarif bir kitabın içinde yer alıyor CD. Yoğun bir emek harcanmış içeriğine. Kitapta yazılanları, CD’deki 8 parçanın eşliğinde okurken, her satırında kâh üşüdüm, kâh kavruldum. Yaşanmasının üstünden 88 yıl geçtikten sonra Eren’in davetiyle o insanları gözyaşlarıyla selamladım. Şimdi ben de sizleri bu CD’yle buluşmaya davet ediyorum. “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” fikri ilk nasıl çıktı ortaya? 11 Ekim Perşembe, 2001, saat 3 civarında. Bu kadar kesin; çünkü o sırada çekilmiş bir fotoğrafım var. Geçen sene Kars’a gittim bir konser için. Durduk yere bir hüzün başladı daha yoldayken. Kars’ta işlerimizi hallettik. Öğleden sonra dediler ki, “Meraklısına Sarıkamış seferimiz var.” Sarıkamış’a gittik, o hüzün orada daha da arttı. Çamlarla dolu bir tepeye çıktık. O sıra kar başladı, rüzgâr da var. İçim ürperdi duyduğum seslerden... Orada yaşanan facianın seslerini mi duydun, yoksa daha sonra albüme girecek parçaları mı? Galiba ikisini de. İçimden, ‘buralarda bir şey var’ diye geçirdim. Aşağı inerken çok hüzünlüydüm. “Sarıkamış üstünde kar, kar altında Mehmedim var” diye iki satır söz ve onun müziği... “Sarıkamış Türküsü” o gün çalmaya başladı içimde. Oraya giderken, Sarıkamış’ın hikâyesini biliyordun tabii. Şu kadarını biliyordum: Birinci Dünya Savaşı’nın başında, bir harp için bizim Mehmetçikler gidiyorken, Allahuekber diye büyük bir dağı aşamamışlar ve harp bile edemeden, bir gecede 90 bin kişi o dağda donarak ölmüş... İstanbul’a geldim ve Sarıkamış Türküsü’nün izini sürmeye başladım. İş Bankası Yayınları’ndan Köprülülü Şerif İlden’in, “Sarıkamış İhata Manevrası ve Meydan Muharebesi” diye bir kitabından haberdar oldum. Albümünden öğrendik; Köprülülü Şerif Yarbay, Sarıkamış Harbi’nde, 9’uncu Kolordu’nun kurmay başkanlığını yapmış bir emekli yarbay. Evet, “Sarıkamış Harbi ile ilgili yazılmış en iyi hatıra kitabı” olarak da tanımlanıyor yazdığı kitap. O kitapla başlayan macera inanılmaz bir yolculuğa dönüştü. İstanbul’da Sultan Aziz’in hallinden 93 Harbi’ne, Trablusgarp, Balkan harpleri ve oradan Köprüköy ve neticede Sarıkamış Harbi’nin bitişine kadar epeyi uzun bir yolculuk. Bu harbin İstanbul’la bağlantısı ne? Sarıkamış, 93 Harbi’yle Ruslara geçer. 93 Harbi malum, İstanbul’u da çok fazla sarsan bir harp olmuş, Yeşilköy’e kadar gelmiş Ruslar. Doğu Anadolu’ya da saldırmışlar; Sarıkamış, Kars, Ardahan harp tazminatı olarak onların olmuş. Ve o zamandan 1914’e kadar yaklaşık kırk yıl insanların ıstırabı “Başımıza Gelenler”, “Kara Günlerimiz” gibi kitaplara konu olmuş. “Yaşlılarımız ‘Ah Kars!’ diye ağla*ne dersen kendine* öldüler”, diyorlar. İstanbul’da meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinden herkes bir şeyler ummuş, doğudakilerin bir kısmı için de kaybedilen ata topraklarına kavuşma imkanı olarak görülmüş. Oradaki âşıkların da dile getirdikleri çok sıkı bir hasreti hissediyorsun. Yani bu, düz bir harp seferi değil. Öyle görünüyor. Tabii epeyi bir politik, ekonomik gerekçelerden bahsediliyor işin ön planında; ama tek tek insanlara baktığımız zaman kimi için de bir sevda hikâyesi gibi. Teğmenlerden biri var mesela, o hep içimi acıtan bir cümledir. Harp sırasında esir düşüyor ve alalım diye mücadele ettikleri Sarıkamış’a Rus askerlerinin eşliğinde götürülüyor ve hatıra kitabında bu bölümü anlattığı yerin başlığı, “Böyle mi gelecektim sana?” Yani, bunu insan, çok sevdiği bir insana diyebilir. Sen hüzünlere çok açık bir adamsın, o yüzden mi bunlar gelip gelip seni buluyor? Ah bir bilsem? Çok yatılı okudum ben, çok ayrı düştüm, ondan mı, yoksa zaten böyle biri olduğum için mi hüzün peşindeyim? Ama doğru, “hüzün alıcıları” vardır bende. Baba tarafım, Azerbaycan’dan gelme 1917’de. Kim bilir, belki 19. yüzyılda Kafkaslar’da Ruslardan kurtulmak için göç edenlerdendi büyük dedelerim. Babadan oğula nasıl bir müzik kabiliyeti geçiyorsa, genlerle belki bir dönem yaşanmış hüzünler de geçiyor. Mesela Balkan Harbi, Sarıkamış Harbi’nden iki sene önce oluyor. Balkan Harbi’nde ordu, tam anlamıyla bozguna uğramış, İstanbul koleradan kırılmak üzere. Subayların çoğunluğu, “Balkan Harbi rezaletini üzerimizden atmak için, şimdi bu harpte muvaffak olmalıyız” diye düşünüyor. Bilmiyorum ki Sarıkamış’ta rastladığım hüzün belki İstanbul’da yaşananları da hissedilir kıldı bana, yani aynı damardandı zaten ikisi de. O yüzden “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” İstanbul’dan başladı herhalde. Yolculuk sürdükçe de, albüm tamamlandı. Bu albümde sanki hikâyeyi anlatmak ihtiyacın ön planda. Öyle de diyebiliriz; ama bu planlı–programlı bir iş olmadı, tamamen kendiliğindendi her şey. Mesela Stephan Lausan’ın “Hastanın Başucunda” diye bir kitabı var. Balkan Harbi sırasında dolaşan, İstanbul’u anlatan bir yazar. Ben onu okuyordum. Televizyonun karşısında uyuyakalmışım. Ve okuduğum bölümde de artık Bulgarlar İstanbul’a girmek üzereler. Televizyondan gelen, “sokak çatışmaları başladı” diye bir haberle uyandım. Toparlandım, hava kararmış, gözlerim dolmuş. Evdekilere neredeyse “Hadi hazırlanın, geldiler!” diyeceğim. Haberin İstanbul’la filan bir ilgisi yok tabii; ama ben Balkan Harbi günlerinde daldım ya? ONLARLA YAŞAMIŞ GİBİYİM Bu kadar kaptırmışsın kendini yani? Hem de nasıl! İki üç gün sonra, stüdyodaydım, çok bunaldım. Bir hava alayım diye çıktım, “Ey şehr–i İstanbul” şarkısı bitmiş olarak döndüm. Böyle şeyler çok olur mu bilmiyorum ama, o insanlarla yaşamış gibiyim o dönemi. Sanırım “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” tarzında bir çalışma daha önce yapılmadı... Bildiğim kadarıyla ilk kez yapıldı. Derler ya işte, bir ülkeyi tanımak için ana yoldan ayrılmak lazımdır, benimki de öyle oldu galiba. Bir Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman’a döndüm, tam döndüm. Mesela oradaki insanlardan biri Ethem Albay. 1905 rakımlı Çobandede tepesini, Ruslardan geri alıyorlar. Diyor ki, 1914 Kasım ayının ilk günlerinde, “Ben, son bir asırda ilk defa Rus ordusunu bizden kaçıyorken gördüm ya, bu bana yeter!” Onur harbine dönmüş mesele neredeyse. Böyle bir sevda. Toprağın sevdası yani? Tabii ki toprak sevdası. Kaç kişi için geçerliydi bu, bilemem; ama bu “Kafkasya’yı fethedeceğiz” gibi ideolojik bir şeyin de dışındaki duygu gibi göründü bana. Devlet politikalarının ötesinde, çok insani bir şey. Yani “Ah Kars!” diye ağlayan dedelerin torunu olarak bir şey yapmak istemiş kimisi. Eksi kırk derecede, mektep bebeleri, yaşlı insanlar, sırtlarında erzak çuvallarıyla böyle bir sevdanın peşine düşülmüş; ama olmamış. Çok sarstı gerçekten beni, tanımadığım insanlar tanıdım. Bu benim için “tarihimizi öğrenmek” konusunun çok ötesinde bir şey oldu. Ben şimdi böyle “tarih” filan dedikçe bir taraftan da rahatsız oluyorum, çekiniyorum. Niye çekiniyorsun? İnsanları, yaşadıklarını, yolculuklarını, duygularını izledim ben. Kayserili Katipzade Ragıp Efendi’den Enver Paşa–Naciye Sultan aşkına kadar, Yavuz Zırhlısı’na kadar ne bulabildiysem. İşin tabii ki çok ciddi bir “ilim” yanı da var; ama onlar aşkın, hüznün kimyasını tahlil etmek gibi geliyor bana, çok rahat hissetmiyorum kendimi o yüzden. Ne zaman “Sarıkamış” desem, içimde “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” çalıyor. Şimdi, içimde o müzikler, hele ki Sarıkamış Türküsü çalarken ben kalkıp da işin tarihi boyutundan, politik boyutundan ya da askeri stratejilerinden filan bahsetmeye kalksam, örtüşmüyorlar. Biri benim işim değil, teknik bir şey, diğeri ise içime çöreklenmiş bir “Ah Sarıkamış!” hüznü, kanayan bir yara. Tıkanıp kalıyorum. Üstelik ben müziğimin söylediklerini önemsiyorum. İçinde albümümün olduğu kitap da, tamamen müziklerimle ilgili. Nelerden haberdar oldukça yapmışım bu müzikleri, neyin hatırasıdır bu müzikler, insanlar onu bilsin istedim. Zaten kitabın çok önemli bir bölümü o insanların hatıraları. Tabii ki çok önemli, çok şey anlatan hatıralar da var diğer kitaplarda. Mesela 4 Ocak’tan itibaren, Sarıkamış’ın alınamayacağı kesinleşince başlayan bir geri çekilme var, yaklaşık bir ay süren. Askerlerimiz hem kendileri kurtulmaya çalışıyorlar hem de ellerindeki topları taşımaya çalışıyorlar, o karda kıyamette buzlu derelerden aşırmaya çalışıyorlar, düşmanın eline geçmesin toplarımız diye. Zaten fukara millet. Ya da 26 Aralık gecesi Allahuekber Dağları’nda yakalandıkları tipi... Allahuekber Dağları’nda 90 bin ölüm kesin bir rakam mı? Ramazan Balcı’nın doktora tezinde bütün Sarıkamış Harbi kayıplarının 30 bini bile bulmayacağı yazılı. Yıllar önce General Fahri Belen’in verdiği rakam da o civarda, ‘esirlerimiz dahil 40 bin kayıp’ diyor. Mareşal Fevzi Çakmak ise ‘60 bin’ olarak söylüyor. Üstelik bütün bir ordunun Allahuekber Dağları’nda bir gecede donarak ölmesi filan diye bir şey yazmamışlar, bütün detaylar var o kitaplarda. Tabii ki Sarıkamış Harbi’nin kendisi zaten facia. Facia bütün bir orduyu zaten perişan etmiş. Ama kayıp sayısı olarak bildiğimiz 90 bin değil de 30 bin ise, ordu Allahuekber Dağları’nda donmamışsa, Sarıkamış’ı ele geçirmek için yapılan o insanüstü mücadelenin kıymeti azalmış mı olacak? Ya da facia mı daha azalacak? Tabii ki azalmaz...… Biz “Cemal’im” diye, “Hekimoğlu” diye birçok “tek kişi”ye türkü yakmış insanlarız. Harp filan bir yana, eksi kırk derecede günlerce yürümek bile tahammül edilebilir bir şey mi? Allahuekber Dağları’nda bir gecede donarak ölmemeleri, yer yer haftaları bulan bir harpte ellerindeki imkânsızlıklarına rağmen Ruslarla mücadele etmeleri... Ama ‘Ruslar hiç kayıp vermemiş, biz tek kurşun bile atamamışız’ diye anlatıldı bize hep? Ruslara 30 bin civarında bir kayıp verdirdiğimiz yazılı kaynaklarda. Bunların iki veya üç bin kadarı da aldığımız esirler. Başlarındaki komutan bile kaçıyor harbin ilk günlerinde. Rus kaynaklarında da, diğer yabancı kaynaklarda da var Sarıkamış Harbi’nde yaşananların, oradaki direnişimizin kahramanlık örneği olduğu. Hatta Fahri Belen Paşa, o “tek kurşun atmama” hikâyesi bir yana, “Eşi az bir kahramanlık destanı.” diyor. Albümün yanında verdiğimiz kitapta da yer aldığı için bahsedeyim, Rusların başkomutanlarından Nikolski de “Tahammülü çok zor şartlardaki kahramanlıklar...” olarak tanımlıyor Sarıkamış Harbi’mizi. Düşünün ki Sarıkamış Harbi’nin ilk günlerinden sonra Rusların komutanı Mişlayevski kaçıyor, ‘hepimiz imha olacağız’ diye, soluğu Tiflis’te alıyor. Sarıkamış’a giriyoruz birkaç kere, avucumuzdan kayıyor. UZUN BİR TRAJEDİ Galiba bize anlatılanların dışında çok farklı bir Sarıkamış Harbi hissettin sen? Bildiklerimizin dışında o kadar çok ayrıntıları olan bir dönem ki, şimdi düşün: 1914 Kasım ayının ilk günlerinde Karadeniz’deki baskının hemen sonrasında Samsun civarından yürüyerek yola çıkan bir kolordu var; 10. Kolordu, yaklaşık 40 bin kişi. Bir tümeni de Amasya’dan gidiyor harbe. Şimdi ben bunu ilk öğrendiğimde Kaymakam Selahattin Bey’in yazdıklarından, önümde harita, bütün safahatı çözmek için epeyi bir uğraştım. E, ne de olsa hemşehrilerimin hatıraları, belki içlerinde akrabam olanlar bile vardır. Çok uzun bir yolculuktan sonra da, bir aydan fazla karda kışta yürüyerek Erzurum’a geliyorlar, ne araba var ne de tren ve hemen arkasından 22 Aralık’ta Sarıkamış harekatına katılıyorlar. Oltu’yu alıyorlar, Allahuekber Dağları’nda olmadık facialar yaşıyorlar, Sarıkamış’a iniyor bir kısmı. 4 Ocak’a kadar Sarıkamış civarında harp ediyorlar, yaralanıyorlar, şehit düşüyorlar, esir düşüyorlar, kurtulanlar geri çekiliyor. Uzun bir trajedi... Tabii Enver Paşa sorumlu bütün bunlardan değil mi? Enver Paşa, yaptıkları veya yapmadıklarıyla zaten çok tartışılan bir lider. “Her harp komutanın hanesine yazılır” derler, Sarıkamış Harbi’nin baş sorumlusu da Enver Paşa’dır tabii ki. Ama diğer yandan 120 bin kişilik bir ordunun yaşadıkları da var... Sadece askerler de değil, Erzurum’daki insanlarımız, harp bölgesindeki kasabalarda, köylerde yaşayan insanlarımız var. Cepheye Rize’den, Kastamonu’dan erzak, malzeme yetiştirmeye çalışan insanlarımız var, aç açık. Hele bir de tifüs... En çok ne etkiledi seni? En üzüldüğüm şeylerin başındadır, Sarıkamış için onca mücadele eden, son mermisini tüketene kadar siperini savunan insanlardan bu zamana kadar habersiz olmam. Memleketleri için, çocukları için, topraklarına ve kendi değerlerine saygıları için ya da Şevket Süreyya’nın deyimiyle “bir borcu ödemek için” harp eden, yaralanan, hastalanan, esir düşen, şehit düşen on binlerce insan... Nasıl gömmüşler onca insanı? Harp bittikten sonra. Bölge yeniden Rusların hakimiyetine geçiyor, ağır kış şartlarının tesiriyle defnedilemeyen; çünkü toprak donmuş bir vaziyette ve kazmak mümkün değil, binlerce şehidimiz bütün bir kışı kar altında geçiriyorlar. Ancak baharla beraber defnettiriyor Ruslar, mart ayında. Civar köylerden imamlarımız eşliğinde, toplam 23 bin şehit defnediliyor, Sarıkamış ve çevresindeki mezarlıklara... Hepsinin ruhu şâd olsun. Aziz hatıralarını, kahramanlıklarını ömrüm boyunca unutmayacağım.
Bu sayfayı 16158 ziyaretçikişi ziyaret etti.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol